26 Ekim 2012 Cuma

Farklı bir açıdan kurban ...

Prof. Dr. Beşir GÖZÜBENLİ

Kurban kesmenin faziletiyle ilgili bir hadiste, Peygamberimiz (s.a.s.), Kurban bayramı günü, âdemoğlunun Allah'ın en hoşuna giden amelinin kurban kesmek olduğunu ifade etmiştir. (Tirmizi, Edahi, 1). 

Mali durumu müsait olduğu halde kurban kesmeyenlerin kınandığı hadislerden birisinde ise, Peygamberimiz (s.a.s.) "Kim imkanı olduğu halde kurban kesmezse, bizim mescidimize yaklaşmasın" buyurarak, konunun önem derecesini farklı bir üslupla belirtmiştir. (İbn Mace, Edahi, 2).

d- Yeterli mali imkana sahip her aileye (ev halkına) kurban kesmenin gerektiğine dair hadisler: 

Yeterli mali imkanı bulunan kimselerin kurban kesmeleri gerektiğini bildiren hadislerin bir kısmında ise, bu mükellefiyet, Peygamberimiz (s.a.s.) tarafından "Ey insanlar, her sene her ev halkına kurban kesmek gerekir" şeklinde ifade edilmiştir. (Tirmizi, Edahi, 18; İbn Mace, Edahi, 2). 

e- Kurbanın kesim vaktine dair hadisler: 

Birçok rivayette nakledildiğine göre, Peygamberimiz (s.a.s.) kurbanı bayram namazından önce kesmeyi yasaklamış; hatta, bayram namazından önce kurban kesenlerin kurbanlarını iade etmesi gerektiğini emretmiştir. (Muvatta, Dahaya, 4-5; Müslim, H.No:1960-1962).

f- Kurbanlık hayvanlarda bulunması gereken özelliklere dair hadisler:

Bu gruptaki hadislerin bir kısmında (çeşitli vesilelerle), kurban edilecek hayvanların yaşıyla ilgili esaslar anlatılmıştır (Müslim, H.No:1963); bir kısmında ise hastalık ve sakatlık gibi sebeplerden dolayı, hayvanların kurban olmasına engel olan durumları açıklanmıştır. (Muvatta, Dahaya, 1-2).

g- Kurban etinin değerlendirilmesiyle ilgili hadisler:

Kurban etinin değerlendirilmesiyle ilgili esaslar anlatılan hadislerde, bu etlerin, yenilebileceği, yedirilebileceği, biriktirilebileceği ve de tasadduk edilebileceği ifade edilmiştir. Ancak konuyla ilgili bazı rivayetlerde, Peygamberimizin (s.a.s.) önceleri kurban etinin üç günden fazla tutulmaması gerektiğini ifade ettiği, ancak daha sonra bu sınırlandırmayı kaldırdığı ifade edilmektedir. Bu sınırlandırmanın gerekçesinin ise, o günlerde Medine'deki fakir insanların (dışarıdan gelen fakir bedevi ziyaretçiler ve de sıkıntı içindeki başkalarının) da bu etlerden nasiplenmelerini sağlamak olduğunu, bizzat Peygamberimiz (s.a.s.) açıklamışlardır. Dolayısıyla kurban etinin değerlendirilme şekli hakkındaki rivayetlerde açıklanan esaslar, genellikle bu bilgilendirmeden sonra yer almaktadır. (Muvatta, Dahaya, 6-8; Müslim, H.No:1971-1977).

İslam alimleri, genel anlamda ibadetlerle ilgili ayet ve hadislerden hareketle, kurbanın da mali bir ibadet olması cihetiyle, kesilen kurbanın etinin veya faydalanılabilecek herhangi bir organının kazanç sağlamak için satılamayacağı, satılırsa da satış bedelinin mutlaka tasadduk edilmesi gerektiği görüşündedirler. Buna göre, kurban etinin, derisinin ve sakatatının da dünyevi bir menfaat sağlamak için satılması caiz değildir. Hatta kurbanın ücretle kestirilmesi durumunda kurbanın etinin veya kesilen hayvanın iktisadi değeri olan herhangi bir parçasının ücret olarak verilmesi de caiz değildir. Yani kurbanın tümünün ibadet amacına uygun olarak değerlendirilmesi gerekir. 

Hadis kitaplarındaki kurbanla ilgili hadisler bir bütün olarak değerlendirildiğinde anlaşılıyor ki, Peygamberimiz (s.a.s.) her yıl aksatmadan kurban kesmişler ve mali imkanı müsait olan Müslümanların da kurban ibadetini aksatmamaları gerektiğini bildirmişlerdir. Ancak, Peygamberimizin (s.a.s.) çeşitli vesilelerle farz ibadetlerden bahsederken, kurbanı her müslümana farz olan ibadetler (namaz, oruç, zekat ve hac) arasında saymadığı görülmektedir. Yani kurban ibadetinin önem derecesinin vurgulandığı hadislerde, bu ibadetin aynî farz (farz-ı ayn) seviyesinde bir ibadet olmadığı da anlaşılmaktadır.

Bu kapsamda, Hz. Ebu Bekir (r.a.) ve Hz.Ömer (r.a.) dönemindeki kurbanla ilgili bazı uygulamalar da, kurban ibadetinin Kur’an ve Sünnet'le sabit olduğu halde, farz olmadığını anlatmaya yöneliktir. (Kurtubi, VX,108). 


Kurbanın Hükmü Konusunda Müçtehid İmamların İçtihadları
Konuyla ilgili bu ayet ve hadisleri bir bütün olarak değerlendiren müçtehit imamlardan her birisi, kendi içtihat sistematiğindeki temel ilkeler (usul-ü fıkıh kaideleri) gereği olarak kurban ibadetinin dini hükmünü belirlemeye çalışmışlardır. Konuyla ilgili görüş ayrılıkları, farklı içtihat ilkelerinden kaynaklanmaktadır. 

Dinen gerekli şartları taşıyan kimselerin kurban kesmesi, İmam Ebu Hanife'ye göre vaciptir. 

Bu konuda İmam Malik'ten iki görüş nakledilmektedir ki, bu görüşlerden birisine göre kurban kesmek vacip, diğerine göre ise müekked sünnettir. Bilindiği gibi, Maliki içtihat sistematiğinde vacip terimi, Hanefilerin farz teriminin karşılığıdır. Zira Maliki, Şafii ve Zahiriler başta olmak üzere, müçtehit imamların çoğunluğuna göre, özellikle de ibadet konularında farz - vacip ayrımı bulunmamakta ve bu iki terim aynı anlamda kullanılmaktadır. 

Zahirî mezhebi alimlerinden İbn Hazm, İmam Ebu Hanife'nin kurbanla ilgili görüşünü naklederken "farz" şeklinde ifade etmesi (el-Muhalla, VIII,4), genellikle ilk dönem müçtehitlerinin vacip-farz ayrımı yapmadan, farza vacip, vacibe farz demeleri sebebiyledir. Bundan dolayı, içtihat sistematiklerinde farz-vacip ayrımı netleşmeyen ilk dönem müçtehitlerinin, kurbanın hükmü konusunda vacip derken, Malikilerde olduğu gibi "farz" anlamını kastetmiş olma ihtimalleri oldukça yüksektir.

Maliki mezhebinde, kurban konusunda İmam Malik'in iki görüşünden vacip (farz) olduğuna dair görüşü değil, müekked ayni sünnet olduğuna dair olan görüşü mezhepte ağırlık kazanmıştır. Maliki mezhebindeki müçtehitlerden, kurban kesmenin vacip (farz) değil müekked sünnet olduğunu kabul edenler de, kurbanı diğer müekked sünnetlerden daha üst derecede gördüklerinden dolayı, sünnet olduğunu söylerken de, özel olarak önemini vurgulayan ifadeler eklemektedirler. 

Maliki mezhebinde kurbanın sünnet olduğunu söyleyen fakihlerin konuyla ilgili ifadelerinden anlaşıldığına göre kurban kesmek, normal şartlardaki müekked sünnetlerden daha üst derecede bir konumda olup, ancak farz da değildir. Farz (vacip) ile müekked sünnet arasındaki bu konumlandırma, adeta Hanefilerin vacip anlayışı paralelindedir. 

Görülüyor ki, kurbanın hükmü konusunda, Malikilerin görüşüyle Hanefilerin görüşü, büyük ölçüde paralellik arz etmektedir. 

Hanefiler ve Şafiiler başta olmak üzere, müçtehitlerin çoğunluğuna göre ise, koyun ve keçi, kurban mükellefi bir kişi için: deve, sığır ve manda ise, yedi kişi için kurban olarak kesilebilir.

Şafiiler, Hanbelîler, Caferiler ve Zeydilerin de içinde bulunduğu müçtehit imamların çoğunluğuna göre, kurban kesmek müekked sünnettir. Hanefi müçtehitlerden İmam Ebu Yusuf'tan da bu konuda iki ayrı görüş nakledilmiştir ki, bunlardan birisine göre kurban kesmek vaciptir, diğerine göre ise müekked sünnettir. 

İmam Şafii'ye göre, kurban kesmeye gücü yeten kimse, yolcu hatta hac için Mina'da bulunuyor olsa bile, kurban (udhiyye) kesmekle mükelleftir. Fakat İmam Şafii'ye göre, kurban kesmek, gücü yeten kimse için müekked aynî sünnet, bakmakla yükümlü bulunduğu aile fertlerinin her biri hakkında ise, kifai sünnettir. Dolayısıyla, bir ailede kesilen bir kurban, sahibi için ayni müekked sünnetin, aile fertleri içinse kifai sünnetin ifası mahiyetindedir. (Şafii, el-Ümm, II,221-224).

Şafiilere göre kurban kesmeye gücü yeten kimsenin kurban kesmesi, müekked sünnet ise de, Şafii içtihat sistematiği içerisinde kurban ibadeti, diğer müekked sünnetlerden daha üst derecede bir mükellefiyettir; ancak farz da değildir. Bilindiği gibi, Şafii içtihat sistematiğinde de, vacip ve farz genellikle aynı anlamda kullanılmaktadır. Dolayısıyla, sünnet ile farz (vacip) arasında ara bir teklifi hüküm bulunmamaktadır. Ancak, kurbanı diğer sünnetlerle aynı seviyede görmedikleri için, normal olarak müekked sünnetlerden üst, farzdan (vacipten) ise daha alt kademede bir ibadet olduğunu belirtirken, bu ara kademeyi ifade eden bir terim bulunmadığı için, müekked sünnet ifadesi yanında bazı kayıtlar koymayı gerekli görmektedirler. İmam Şafii'nin, kurbanın hükmü konusundaki ifadelerinde, kurbanın sünnet bir ibadet olduğunu, terk edilmesini sevmediğini, ancak farz da olmadığını belirtmesi bu durumdan dolayıdır. (Şafii, el-Ümm, II,221-224). 

Bu yüzden, kurbanla ilgili olarak Şafii mezhebindeki temel fıkıh kitaplarında "terk edilmemesi gereken, dini şeairden olan müekked sünnet" ifadesi yer almaktadır. Dolayısıyla, kurbanın diğer sünnetlerden farklı olarak, sahip olduğu bu özel konumunun, şeair boyutlu bir ibadet olmasından kaynaklandığı ifade edilmiştir. (Nevevi, Mecmu, VIII, 383-384). 

Bilindiği gibi, Şafii mezhebinde şeair boyutlu mükellefiyetler, özel bir konuma sahiptir. Herhangi bir dini mükellefiyetin şeair (şiar) boyutlu olması, onu değerler sistemi içerisinde daha üst seviyede bir konuma getirmektedir. Şafii mezhebindeki fıkıh kitaplarında, sırf şeair özelliği taşıdığından dolayı, ezan, namazın cemaatla kılınması ve hatta cemaatle namaz kılarken kamet getirilmesi, (farklı içtihatlar bulunmakla birlikte,) müekked sünnet olduğu halde, farz-ı kifaye gibi değerlendirildiği görülmektedir. (Nevevi Mecmu, III, 82 vd.; IV, 182 vd.; Remlî, Nihayetu'l-Muhtac, II, 129 vd.). Şafii içtihat sistematiğinde, şeair özelliğinden dolayı, kifai sünnetler ayni müekked sünnete, kifai farzlar da ayni farzlara göre, sevap ve sorumluluk açısından daha önceliklidir. (İsnevi, Temhid, 74-78).

Görülüyor ki, Şafii mezhebindeki anlayışa göre de, kurban kesmenin hükmü sünnet olarak isimlendirilmekle birlikte, normal şartlardaki müekked sünnetlerden daha üst konumdadır. Yani, Şafiilere göre de kurban kesmek farz değildir; ancak şiar mahiyetli olduğu için diğer müekked sünnetlerden de daha üst konumdadır. Hatta, bu değerlendirmelerden, Şafilere göre kurbanın, Hanefilerdeki vacipten daha üst seviyede bir dini mükellefiyet olduğu anlaşılmaktadır.

Buna göre, hem Maliki ve hem de Şafii mezhebinde yazılan fıkıh kitaplarındaki, kurbanın (udhiyye) sünnet olduğuna dair ifadelerden hareketle, bu ibadetin gerektiği gibi önemsenmemesi sonucuna götüren değerlendirmeler bilimsel olmaktan uzaktır.


Sonuç yerine:
Kurban kesmenin önemine dair hadislerdeki vurgulu ifadelerden, Peygamberimizin (s.a.s.), ümmetinden mali durumu müsait olanların kurban kesmemesini kabullenemediği, hiç kimsenin kurban borcuyla Allah'ın huzuruna çıkmasını istemediği için de, kestiği kurbanların sevabına ümmetini de iştirak ettirmiştir. Bu uygulama, Peygamberimizin (s.a.s.) ümmetinden hiç kimsenin kurban ibadetinin sevabından mahrum kalmasını arzu etmediğini göstermektedir. İşte, Peygamberimizin (s.a.s.) kurban kesimi esnasında, kestiği kurbanın kabul edilmesi için dua ederken, "Bu (kurban) benim adıma ve ümmetimden kurban kesmeyenlerin (kesemeyenlerin) adına" demeleri (Ebu Davud, Edahi,8; Tirmizi, Edahi,10), bu açıdan önemli mesajlar ihtiva etmektedir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder